Roma coğrafyasında özellikle de Anadolu’da adı “Herakleia” olan çok sayıda kent bulunmaktadır. Bir Dor kahramanı olan “Herakles” adına kurulan bu şehirler, “Herakles Yurdu” anlamına gelmektedir. Ancak günümüz Marmaraereğlisi’ne “Herakleia” adının Roma İmparatoru Herakleios’a (610-641) atfen verildiği ileri sürülmektedir.
Kapadokya doğumlu Herakleios, Roma’nın Afrika Eyaleti valisinin oğludur. Babası tarafından devleti İmparator Phokas’ın terör ve beceriksiz yönetiminden kurtarmak amacıyla donattığı ordunun başında 610 yılı başlarında Konstantinopolis’e gelir. İmparator Phokas’ın öldürülmesiyle 5 Ekim 610 günü imparator ilan edilir. Uzun bir süredir iç çekişmeler yüzünden hasar gören imparatorluk yönetimine çekidüzen verir. Güneyde Persler, Trakya’da ise Avarlar imparatorluğu tehdit eden akınlar yapmakta bazı bölgeleri işgal etmektedirler. 617 veya 619 yılında İmparator Heraklios, Perinthos şehrinde onlarla buluşur, kendisini esir almak isteyen Avarlar’dan güçlükle kurtulup Konstantinopolis’e döner. 629 yılında imparatorluğun Latince olan devlet dilini Grekçe olarak değiştirir. İmparatorluk topraklarının yönetiminde etkin olacak “Thema” adı verilen idare sistemini kurar. Muhtemelen bu dönemde eski adı “Perinthos” olan şehrin adı da nerede ise esir düşmesine neden olacak bu olayın geçtiği yeri anımsatması için “Herakleia / Herekleios’un Yurdu” olarak değiştirilir.
Asa verme töreni
Erken dönemde Marmara Denizi sahillerinde üç önemli liman kenti bulunmaktadır; günümüz İstanbul’u olan Byzantion, günümüzde terk edilmiş olan Erdek yakınlarındaki Kyzikos ve Perinthos. Antik kaynaklar Perinthos’un MÖ 600 yıllarında Sisamlı koloniciler tarafından kurulduğunu belirtmektedir. Bir dönem Roma İmparatorluğu’nun Trakya Eyaleti’nin başkenti olarak hizmet verir. Bazı kaynaklar MS 286 yılında Herakleia adının verildiğini ileri sürerlerse yukarıda yaptığımız açıklamalar nedeniyle bu tarihin doğru olmadığını düşünmekteyiz. Antik dönem yazarlarından Diodoros, MÖ IV. yüzyıl ortalarında Makedonya Kralı II. Philip’in Perinthos kuşatmasını; “Akropolis eteklerindeki evlerin uzaktan bakıldığında bir tiyatronun oturma sıralarındaki insanlar gibi görüldüğünü” sözleri ile anlatır.
Perinthos, İstanbul açısından da önemli bir yere sahiptir. Ne yazık ki günümüzden yaklaşık 1800 yıl önce geçen bu olayın farkında olan çok az sayıda insan bulunmaktadır. MS 193 yılında kısa bir süreliğine Roma İmparatoru olan Pertinax’ın ölümü üzerine Suriye Valisi Pescennius Niger ile Pannonia Valisi Septimus Severus arasında bir iç savaş çıkar. Bu savaş sırasında Niger’in tarafında yer alan Byzantion, yalnızca Septimus Severus’u desteklemeyen tek Avrupa kenti değil, Niger’in ölümünden sonra bile Septimus Severus’a teslim olmayı reddeden tek kenttir. Bu karşı duruş Septimus Severus’un Byzantion’u kuşatma altına almasına yol açar. İki yıl kadar süren bu kuşatma sonrası ele geçirilen şehir inanılması güç bir vahşete sahne olur. Dönemin tanığı Cassius Dio, “Sanki Romalılar tarafından değil de bir başka düşman tarafından zapt edilmiş gibiydi.” sözleri ile fetih sonrası şehrin halini anlatır. Septimus Severus yalnız kenti tahrip etmekle kalmaz, Byzantion’un sahip olduğu kent statüsünü (ius civitas) elinden alarak onu cezalandırır. Bundan böyle Byzantion yaşantısını Perinthos’a bağlı bir kasaba olarak sürdürecek, köy muamelesi görecek, vergi ödeyecek, kent ve halk meclisleri olmayacak, kent adına kararlar alınamayacaktır. Ancak bu durum çok uzun sürmez Septimus Severus oğlu Caracalla’nın isteği üzerine beş yıl sonra kenti affeder, yeniden yapımı için yoğun çaba sarf eder.
Peki çoğunluğumuzun bilmediği nedir? Merkezi İstanbul’da bulunan Roma Ortodoks Patrikhanesi’nde Patrik seçimini takiben patriklik asasını verme töreni gerçekleşir. Asayı Patrik’e Perinthos piskoposu verir. Binlerce yıllık bu geleneği nerede ise hatırlayan kalmamış gibi. Çünkü tarihi boyunca İstanbul ilk ve son olarak köy statüsüne indirilmiş ve bir başka kentin yönetimine tabi olmuştur.
Terk edilmiş fener
Günümüz Marmaraereğlisi kültür varlıkları açısından oldukça zengin bir şehirdir. Denize doğru uzanan tepenin yamaçlarında yer alan ve kazısı devam etmekte olan tiyatro, pazar yerinin yakınında gün ışığına çıkarılmayı bekleyen stadyum, bir dönem piskoposluk makamı olarak kullanılan bazilika harabeleri ve şehrin hemen her noktasında görülen antik dönem sütunları, sütun başlıkları, mezar stelleri ve yapı kalıntıları… Ancak gerek Marmaraereğlisi yaşayanları gerekse yöneticileri bu zenginliğin farkında değil. Günlük yaşamın hayhuyu içinde geleceği şenlendirecek bir düşünce yapısı oluşmuyor. Çoğu kez belirtmeye çalıştığım gibi başka ülkelerin benzer şehirlerinin kültürel zenginliğine imreniyorlar, ama yaşadıkları şehrin de benzer zenginliğe sahip olduğunu bilmiyor, yoğun bir çalışma ile dünya sahnesinde yer alabileceklerini düşünmüyorlar.
Yaklaşık bir ay önce ziyaret ettiğim Marmaraereğlisi’nin denize doğru uzanan burnu üzerinde yer alan ve günümüzde terk edilmiş olan “Deniz fenerini” görünce içim acıdı. 1861 yılında yapılan denizden 53 metre yükseklikte yer alan 10 metre yüksekliğindeki terk edilmiş fener, harabeye dönüşmüştü. Bu yapıyı restore edip, yakın çevresiyle birlikte günlük hayata katacak, insanların yaşam sevincine destek olacak bir tesis yapmak için ne beklemekteyiz? Niçin hızlı bir çalışma ile bir dönem Roma İmparatorluğu’nun Europe Eyaleti’nin başkenti olan bu şehirde uluslararası festivaller düzenlemeyiz? Niçin stadyum kazısına başlamaz burada atletizm yarışmaları, tenis müsabakaları gibi spor aktiviteleri gerçekleştirmeyiz?
Örnek olsun
Geç döneme ait olsa da çökme aşamasına gelmiş geleneksel mimariyi yansıtan birkaç evi restore edip, ulusal ve uluslararası edebiyatçı, film yapımcısı, ressam gibi sanatçıları davet edip, Marmaraereğlisi’nin uluslararası sahnede tüm görkemiyle yer alması için çalışmayız? Nedir bizim önümüzdeki engel, bunca yıldır ileri doğru atılım yapmamızı önleyen sebepler?
Günümüz nüfusu 20.000’i aşan Marmaraereğlisi sahip olduğu tarihi geçmiş, coğrafi konumu var olan kültürel mirası ile geleceğe umutla bakması gereken bir şehirdir. Yapılacak tek şey her tür bürokratik taassuptan uzak, geleceğe dönük çalışmadır. Bizim insanımızın bu çalışmayı yapacak bilgi birikimi ve çalışma enerjisine sahip olduğuna inanırım. Sanırım tek eksiğimiz bu çalışmayı başlatacak, önayak olacak bir liderdir. Yerel yönetim seçimlerinin üzerinden henüz iki buçuk ay geçti, önümüzde dört yılı aşkın bir zaman var. Toplumu harekete geçirecek böylesi bir çalışma için yeni seçilen belediye başkanı M. Onur Bozkurter’e büyük görev düşüyor. Gözünü budaktan sakınmayacak başkanın Marmaraereğlisi’ni örnek kent olarak geleceğe taşımak için yapacağı çok iş olduğunu düşünmekteyim. Haydi kolay gele…
Bu arada benim Belediye Başkanı’ndan bir isteğim var. İstanbul Tekirdağ Karayolu üzerinde yer alan, Marmaraereğlisi’nin tarihi dokusu ile hiçbir ilgisi bulunmayan ve çok kötü bir görüntü içeren belediye binasını bir an önce yıkmasıdır. “Ben yaptım oldu!” anlayışı ile yapılan bu bina yalnız Marmaraereğlisi için değil ülkemiz için utanç vericidir. Merkeze yakın bir alanda çok daha mütevazi bir belediye binasının yapımı gerekir. Kamunun parasıyla yapılan bu tür yapılar ülkemizin kültürel açıdan prestij kaybına neden olmaktadır…